KANDİL
Cuma, Temmuz 01, 2016
Dualarla
yürüyorlardı. Ellerinde kandiller, gece usul usul yayılmış, karanlığını anne
şefkati ile sermişti alemin üzerine. Ne bitki itiraz etmiş, ne bir kuş
sızlanmıştı. Belli ki yorulmuştu hepsi. Ellerinde kandiller, dillerinde mırıl
mırıl şarkılar yürüyordu süslü, zarif, nazenin kızlar.
Hemen
arkalarında, yaşlarını almış, dünyanın bin bir türlü izini ruhuna işlemiş,
yorgun ama engin gönüllü, cefakar ama bilge kişilikli büyükler yürüyordu. Onlar
şarkılara eşlik etmiyorlar, her şarkıda, kendi kına gecelerini hatırlıyorlardı.
Yörelerinin adeti idi. Kına gecesi eğlenilir, tamam artık bu kadar denilince de
hediyelerle, kandillerle, şarkı ve türkülerle erkek evine gidip ziyaret
yapılırdı. Her kadın bıkmadan usanmadan, her kına akşamı yine yine yeniden
kendi kınasının tadını, zevkini, hazzını hissederdi.
Garip
bir başkalık vardı bu kınada, türküler acıklı, şarkılar duygulu, bazı bazı
kızların gözleri yaşlı idi. Sessiz, derinden, sinsi bir ızdırap kokusu
geliyordu sinelerden. Her yürek kendi içinden yorumluyordu olanı biteni, ancak
hiç bir dil söze dökemiyordu içinden geleni.
Gece
ilerledi, yol bitti. Yıldızlar gözlerini iyice açtı, iyice kararan geceye inat.
Gelin, kara gözlerine sürülmüş kara sürmelerle, kurbana götürülen koyun gibi
çaresiz ve donuk bakıyordu etrafına. Onun için hazırlanan sandalyenin önüne
geldi. Üzerinde yöresel kıyafeti, tüllü, telli bol kumaşlı bir kınalıktı.
Ayakta duruyordu, yanına damat adayı da geldi, tören ya dua edip
bitecekti.
Ceylan
gözlü gelin, başını göğe kaldırıp dolunaya baktı, gülümsedi. Kara gözlerinde
yıldızlar kırpıştı. Dudakları ay ışığında büklüm büklüm gülümsü gülümsü
kıvrıldı. Damat kolundan tuttu, elbiseleri ıslaktı, bir an ne olduğunu anlamaya
çalışıyordu ki, kara gözlü gelin, kandili üzerine çevirdi. Bir anda ateş yumağına
dönen gelin, sessiz geceyi feryatlara, karanlığı kızıla, sevinç ve ümitleri
ağıtlara dönüştürdü. Ay bir anda saklandı bulutların arkasına, dayanamamıştı,
yıldızlar hızlı hızlı kaçtılar ayın yanına. Bulutlar korudu onları yaşanan
acıya şahit olmaktan.
Oysa
günlerdir, annesi, babası, ablası, abisi, arkadaşı- dostu, kimi varsa hepsine,
gözünün karasını zifire çalacak kadar ağlamış, yalvarmıştı. Beni bir dağ başına
bırakın ama bunu yapmayın. Beni köyden gönderin ama bunu yapmayın. Ellerimi
koparın, gözlerimi oyun ama bana bunu yapmayın. Kimse oralı olmamıştı. Olmazdı
da kadın ne ki, gönül ne ki, duygu ne ki bizim töreler, adetler, hırslar,
planlarımız yanında.
Zaman
çok eski değil. Olay tek bir numune değil. Bu ülkem sınırlarında, bedeninden
başka varlığı yok sayılan nice taze ruhun yaşadığı azap. Binlerce belki
milyonlarca çocuk gelin, ergenliği bilmeden, nazını kaprisini yaşamadan anne
sıcağından, koca kucağına, kaynana ocağına atılıyor. Artık yeni bir hayat değil
onun ki, evinden ayrılıp ölümün acısını yaşamak gün be gün. Ayşe, Mutia,
Helin ismi ne olursa olsun. Çocukken, büyümeyi bilmeden, yetişkin
denmeden gelin oluyorlar. Yüreğini fark eden, duygularına kıymet veren, kendi
kişiliği istekleri olduğunu görenler için ise asıl eziyet başlıyor. Fark ettiği
her varını unutturmak ve yok etmek çabası, baskısı.
Çok
farklı bölgelerde, çok farklı töreleri sindire sindire gözlemlemek nasip oldu.
İnsan olmak, gönülle bağlantı kurmak, adetlerine bağlı yöreler için lanetlenmek
gibi bir şey. Ya aklına biri girmiş, ya fikrini biri çelmiş, ya şeytana uymuş
veya şaşırmış sayılıyorsun. Komşu kızına okuması için roman verdiğimde annesi
gelip, bunda aşk, sevda yazıyor mu, diye sordu. Yok dedim. Siyaset, fikir var
mı dedi, yok dedim. Peki kimdir ki o zaman bu Orhan PAMUK, niye kitabını
verdin kızıma deyip elime tutuşturup gitmişti.
Aklını
kilitli tutmak için nesillerin dillerini düğümlüyorlar. Fikrini karanlık tutmak
için de, çevrelerini daraltıyorlar. Zaman çok hızlı akıyor. Uzay ve
içindekilerden çok daha uçsuz bucaksız keşif istiyor, insan ve içindekiler.
Elini uzatabilen yıldızlara değil yakınındaki yüreklere uzatsın. Her genç
yürek, içinde bir samanyolu, bir güneş sistemi ve ummanlar dolusu mercanlar
barındırıyor.
Zifiri
siyah gözlerden yıldız toplamak olsun muradımız, o zaman gelecek mutlaka ışıl
ışıl gelecektir.
2 yorum
Ülkemiz gelenekleri içinde, erken evlilik aşılamamış bir sorun, çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma gayretinde olan ülkemizin bu sorunla ne kadar zaman sonra baş edeceğini bilemiyoruz.
YanıtlaSilDuyarlı olmak, yanlışa yönelen anne babaları uyarmak, sizin ifade ettiğiniz gibi yaşı kaç olursa olsun, insana can ve gönül gözüyle bakmak lazım.
Yüreğinize sağlık, çok duygulandım.
Duygulanmak ifadesi için büyük nimet demek istiyorum, artık insanlar duygulanmıyorlar. Bakıp geçiyoruz haberlerde, umursamaz olduk hiç bir şeyi. Çok teşekkür ederim, incelik gösterip yazmışsınız, bunlar hayatın acı gerçekleri. Dilerim son bulur yürek acıları.
YanıtlaSil