DEĞİŞTİREN ACILAR
Cumartesi, Temmuz 02, 2016
Acizliği
hissetmenin en kolay yoludur, acı çekmek, engelleyememek ama en kötüsü,
sevdiklerinin acılarını çaresiz izlemek.
Kahvaltı
sofrasını ağır ağır topluyor, bir yandan çayını yudumluyor, bir yandan gözü
televizyonda, aklı gideceği gün için kılık kıyafet tartmakta huzur ve
keyifliydi. Her sabah aynısı olurdu, arı kovanı gibi olan kahvaltı sofrası,
yarım saat sonra bomboş evle ona kalırdı. Çok yorulduğunu düşünür, bazen öfkeli
olur, bazen bitkin ama yine de şükründeydi hayatının. Telefonun sesi
hızlandırdı onu. Gözü saate gitti, beyni şöyle bir veri tabanını yokladı, bu
zaman diliminde arama ihtimali olanları sınıflandırdı, elindekileri tezgahın
üzerine bırakıp telefonu açtı.
Bazı
anlar vardır, ses hiç görmediğiniz gözlere rağmen içinize baka baka, ruhunuza
basa basa konuşur, bir an soğudu bedeni, sonra alev alev yandı, eliyle tezgaha
tutunup ayakta kalmaya çalıştı. Telefonu kapatıp olduğu yere çökerken sadece
ağlıyordu. Gerisini o hatırlamıyor ne olmuş nasıl olmuşsa yoğun bakımın camına
yapışmış, yavrusu için dua ediyordu. Üç gün içinde eşini, kızını toprağa
vermiş, geride kalan oğlunun, geriye kalan kısmıyla hayata tutunması için
yalvarıyordu. Hiç görmediği bilmediği, fikri bile olmadığı Rabbine. Acizim,
çaresizim, ümidim sadece sensin. Annesinin yaz tatillerinde zorla gönderdiği
Cami den aklında kalanlarla bir iki dua okuyor sadece yalvarıyordu. Eve hiç
gitmemiş, üzerini değiştirmemiş, onca gün neler olmuş ama hiç birinde ne ses
çıkarmış ne fikir yürütmüştü.
Bacağı
ile kolu kesilmiş 10 yaşındaki oğlu hayat ile ölüm arasında incecik çizgide
duruyordu. Kalsın istiyordu kendine, sevmek için doya doya. Kolu, bacağı olurdu
ona. Uyanıp ona kızar mıydı, bu halde bu dünyada kalmam için neden dua ettin
der miydi. Hiç umursamadı, artık anlamıştı, kul bir plan yapar, Rab'bi ayrı bir
plan uygulardı. o sadece canı çekile çekile yalvarıyordu, teli bile kalsa
gözlerine baksın diye yavrusu....
Çaresizliğin kenarında
yürümüş olanlar başkadır. Nefesinin son olduğunu hissetmiş olanlar gibi. Bütün
yolların tıkandığı, son çarenin susmak ve beklemek olduğu hallerde yaşayanlar
da.
Sır
hep aynı. Acizlik. Neyiz, niyeyiz diye tarta dursun insanlık. Varız, varlığız
diye anlatsın fen. Düşünüyoruz, üstünüz diye yorumlasın felsefe. Uzatalım
konuyu, genişletelim misalleri. Süsleyelim kelimelerle. Pohpohlayalım insan
oluşumuzu. Yapmadıklarımızı örtelim. Kusurlarımızı göstermeyelim, görmezden
gelelim. Zorlayalım şartları. Öyle ki, bir tek insan değerli ya alemde, işte o
en değerlinin, en değerlisi olalım.
Kim
tutacak, alalım satalım dünyayı. Bizim diye, biz biliriz diye birbirine katalım
kavramları, kuralları. Mutlu oluruz her halde ( az oldu ) mutluluktan uçarız
elbette, ( şimdi oldu) . Peki ya bu bizi nasıl etkiler. Sabahlarda hızla
kaldırsa da bedenimizi, yetmeyenler hep sürükleyecektir ruhumuzu.
Bilir
gönül. İstedikleri ve yaşadıkları arasında, isteği dışında olan, karşı
koyamadıkları ve karşı koyamadan yaşadıkları var. İsterse serveti yedi diyarı
almaya yetsin. İşte o karşı koyamadığı tesir, güç, hep zihnini kemirir,
hayatını sarar.
Bu
insan olmak ölçüsünde acizliği bilmektir. Kımıldamak için, isteğinden sonra, o
hareketi yaratacak olanı kabul etmektir. Çaresizliği bizzat sindire sindire
yaşayanlardaki başka, tarifsiz huzur, bu ölçüyü kavrayıp anlaya bilmişliktir.
Sır
bir duvar, kalın bir renk, idrak ve gerisi...
Yaşamış
olanların idraki ile hiç yaşamamışların hali bir olur mu. Varlığının büsbütün
yapabileceğini görmüş olanlarla, hala kendini engin deniz sananlar, bir midir-
aynı mıdır.
Nereden
gidiliyor olursa olsun, oraya yürünmeli. Varsayarak, olanları süzerek,
çaresizliğin nerede ve nasıl başladığını görmeli.
İyiler
ve iyiliklerle dolu olsun dünyamız. Gerisi zaten bir hiç...
0 yorum