- Pazartesi, Mayıs 08, 2017
- 4 YORUM
- Sonra ışık saklandığı yerden çıkarmış minicik köşesini,
- Usul usul değmiş sönmüş çiçeğe.
- Çiçek sevinçten şaşkına dönmüş.
- Toplamış tozunu yaprağını, çevirmiş yönünü minicik ışığa.
- Bırakmış hayatla ilişiğini.
- Güneş çaresizmiş.
- Milyonlarca canlıya aynı anda yetişmeye çalışıyormuş ,
- Hiç fark etmemiş, boynu bükük karanfilin kendisine aşık olduğunu.
- Fark edemezmiş, çünkü onun ışığını alan her çiçek ona sonsuz sevdayla bağlıymış.
- Güneş ne yapsın.
- Başlamış yüreğini yakmaya...
- Öyle çok öyle çok yakmış ki, ışığına sevdalı her çiçeğe,
- Canı ondan beslenen her böceğe,
- Sıcaklığına muhtaç her canlıya yetecek kadar.
- Güneş ısıtmaktan ve ışıtmaktan keyif aldıkça yanmış,
- Yandıkça daha çok ısıtmış, daha çok ışıtmış.
- Ona ihtiyacı olanlar var oldukça,
- Güneş kendini yakmaya devam edecek doyumsuzca...
- Cuma, Aralık 30, 2016
- 0 YORUM
Sesinin çokluğu geceyi öyle çınlattı ki nihayet sokaktaki her ev bir bir ışıklarını yaktı.
Dün geceydi, karanlık kalın bir yorgan gibi evlerin üzerine serilince, yorgun başlar yastıklarıyla vuslatı yaşıyordu.
İçinin savaşı kendini tüketmekte olan bir iki düşünür, dünyaya büyük adam yapmak niyetiyle getirdiği yavrusunu sallayan bir kaç anne, zamanın işlemediği, her an için hazır bir halde hizmete ayakta kalan beyazlar ( sağlıkçılar ) vatan borcu namus borcu deyip tüfeğin ağırlığında yorulmuş yeşiller (askerler) ve her türlü tıkırtıda, telefona sarılıp çağırdığımız, koşup gelen maviler (polisler) hariç hemen herkes uykuyu yakalamıştı.
O ardı arkası kesilmeyen garip ses, göğün asılı ışıkları yıldızları bile titretmiş, yorganına bürünen sıcak bedenleri söküp almıştı.
Hayır elbette dün gece tur atladığımız bir maç yoktu. Zaten o saatte hiç bir sevinç coşkusu o ölçüde taşkınlık yapmaz. O ses sevinç çığlıkları değildi. Üzerine kedi atlamış, alarmlı araba sesi de değildi.
O huzurlu geceyi bölen, dağıtan korkunç ses, bedeninin yarısına araba basmış, çaresiz bir köpeğin sesiydi. Ta ki nefesi tükenene kadar çığlığı durmadı. İnledi, titredi, sesi azala azala tükendi.
Yol ortasına uzanmış, koskoca canlıyı adeta zevkle ezen o zavallı şoförse, çığlığı duyamayacak kadar uzakta, uykuya dalmıştı belki de...
Daha güzel, daha sıcak, daha huzurlu bir dünya için, çevremizi görelim, sevelim. Gözümüzle görmediklerimizi gönlümüzle görelim, o zaman gülümsemek zor olmaz...
- Salı, Haziran 14, 2016
- 0 YORUM
Dolu dolu arabalar yaklaşırken, niye neyin peşinde toplandı bunca insan diye düşünüyordu. Gözünün önünde art arda akan arabalar, insanlarla dolmuş taşıyordu.
Bu kez neden olabilir diye kafasını zorlayınca, kaç ayrı kalabalık geldi aklına. İlk coşkusunu düşündü, ilk kalabalığını.
Gazetenin birinde, üç soruluk testte, "niçin sokağa dökülülürsünüz" sorusuna cevabın, insanın karakterini belirttiğini hatırladı. Çok düşünmüştü ve kendini sokağa dökecek bir sebep bulamamıştı. O prensipli adamdı, sokağa dökülmek, çok saçma demişti.
Zordu o yaşta, onca kalabalığa anlam vermek. Romatizmalı bacakları avaz avaz isyanda, gözleri bir birine girmiş kalabalığın karışıklığından kararmaktaydı. Öylece bıraktı kendini sandalyeye.
Arabalar bir bir boşaldı, meydanın sıkışık göbeğine. Mühim birinin cenazesi için dolmuştu o meydan, yıllar önce. Zorladı hafızasını, hatırlayamadı kim olduğunu. Bir de maç olmuştu, bir şeyler yapmıştı bizim çocuklar. Bayrak bayrak yükselmişti çığlıklar. Hangi maçtı, kiminleydi hatırlayamadı.Ama en coşkulu, en heyecanlısı, kurtuluş kutlamaları için yapılan konserdi.
Bazen çok daha kalabalık olurdu meydan. Bayraklar, müzik, kadınlar, çocuklar. Okuyamazdı yazılanları, aklına sığmazdı nedenleri, ama gönlü kıpır kıpır olurdu kalabalıkla. Birden bir karışıklık, bir gürültü, hoş bitmezdi bazen meydanın telaşı. Bir onun evi kalmıştı meydanı görebilen. Bütün yaşıtı evler yıkılıp, iş hanları olmuştu.
Uzun uzun seyretti kalabalığı. Hazırlıklar yapılıyordu. Birazdan davullar çalınıp, halaylar çekilecekti. Kalabalık iyice sıkışmış, meydanın geniş göbeği, iyice esnemişti. Etrafta sayısız mavili (polis) vardı. Üzülürdü onlara, kim coşsa, sevinse, kim kızsa, öfkelense, kim incinip bir şeyler istese, onlara iş çıkıyordu. Görevleri diye düşündü, sağ olsunlar dedi mırıldanarak.
Ambulanslar yerlerini almıştı. Ola ki bir can yanar, ihtiyaç hissedilirdi. Sıtlarında kocaman makinelerle, bir karışıklık çıkar mı diye bekleşen basın mensuplarını gördü. Dudağında belli belirsin bir tebessüm oluştu.
İçi sızladı, yine kim bilir kaç can yanacaktı. Ömrü o balkondan, o meydanı izlemekle geçmişti. Çok kalabalıklar görmüştü ama hatırında bir ikisi kalmıştı. Ne el sallamış, ne çığlıklara katılmıştı. Yaptıklarını anlamıyor, onların hissettiklerini hissedemiyordu.
Hep izlerdi, yaşı yüze yaklaşırken, her kalabalığın halinden bir hal almış, birliklerinden, bütünlüklerinden, isteklerini ortaya koymalarından, isteklerine ulaşmayı kutlamalarından, kendince coşkular yakalamıştı. O meydan kalabalığıyla, yüzüne dipsiz yalnızlığını vuruyor ama canlılığıyla ömrünü uzatıyordu.
Meydanlar ıssız kalmasın, sevinçlere, mutluluklara, heves ve hedeflere sahne olsun. Kim bilir kaç yalnıza umut ve ışık oluyordur, birlikte nefes alıp veren, deyip söyleyen, keyiflenip neşelenen kalabalıklar.
- Salı, Mayıs 31, 2016
- 0 YORUM