RUH DEĞİRMENİ

Çarşamba, Mayıs 25, 2016

ruh değirmeni

Gözleri ışıl ışıl ümit dolu, kıpır kıpır yüreği heyecanlı, etrafına neşe saçıyordu.

Akşam üstü, arkadaşı bir foto gönderdi, telefonuna, aklına giren, hayallerine desen olan, hayata bakışında renk oluşturan, yarınlarını süslediği, adam gibi adam, dediği kişi bir geline sıkıca sarılmış, evleniyordu.

Önce baktı, baktı sonra sesi boğularak " mutlu görünüyor " diyebildi. Sadece sesi değildi boğulan. Gelinin tülü boğazına dolanmış gibi, nefesi de boğuldu. Üzerine akşam çökmüş, gün çiçekleri gibi yaprakları büzüldü, rengi söndü.

Bir daha hiç bir sabah eskisi gibi olmayacak, yara kanarken yakacak, kururken kaşınacak, öyle bir iyi olacak ki, o doku bir daha eskisi gibi hissetmeyecek. Derin yaralarda, derinin o kısmında kıl çıkmaz. Doku eski haline dönmez.

Yürek en hassas doku, onun yarasında, yanık izinde, çiçek açmaz, ot bitmez. Büyümek mi bu, hayatın boyunun ölçüsünü almak mı. Kendi boyunun ölçüsünü görmek mi, Yanmak, erimek, kül olmadan, şekil değiştirmek mi.

Istakozlar geldi aklına, canları ne kadar çok acıyormuş dedi. Kaynar kazana canlı canlı atılmış gibi acıyordu her yeri. Bu hayal kırıklığı, güven heyelanı, erdem erezyonuydu. Kabuğundan çıkan kestane gibi bembeyaz ve lezzetli kalmalıydı. Bu kadar acıtmalı mıydı yaşam. Bu kadar keskin mi olmalıydı dönemeçler.

Hata, hata var mıydı. Varsa kimdeydi, bunu bulmak neyi değiştirecekti. Hani sevda kalpteydi, o zaman neden beyni buruş buruş olmuştu. Hepsi tamam da diline ne oluyordu. Anlaşmış gibi suyu çekilmiş, giderken bütün tadı almış, yetmiyormuş gibi zehir kaplamıştı tüm ağzını, boğazını. Bir dur dedi bedenine. Dur, zaten dışarıdan gelen çöktürdü sistemi, siz bari benden yana olun, sıkı durun. Zor bir yer, zararsız hasarsız geçeceğiz.

İlkler unutulmaz, iyilik ve güzellik adına, ne ve nasıl olursa olsun. Ancak ilk kalp yarası anıt diker, yumruk kadar yüreğe, ucu göğü deler. Hüzün ve hayal kırıklığı. Ne girift bilmece. Hayalsiz hayata tutunamıyorsun, hayaline taç olanlarca vuruluyorsun. Kimse dışardan vurarak kırmıyor ümit ışıltılarını. Hayalin merkezinden alıyorsun hasarı, kale içeriden yıkılıyor.

Dost, arkadaş, sevgili, büyüdükçe içimizde basıp geçiyorlar, ipek halı yaptığımız yüreğimize. Acımadan hasır muamelesi yapıyorlar. Her insan aziz, her gönül mabet. İçinde yaratana ait makamların, odaların, konakların, balkonların, bahçelerin olduğu, uçsuz bucaksız bir dünya gönül. Oraya neyi sokarsak, Mevlaya yakın kılmış oluyoruz. Zira Allah, Kalplerinize karışmayın, onlara ancak ben yön veririm, buyuruyor. Gönül benim, komşumu ben seçerim diyor.

Bir kere girdimi gönle insan, orada özgürce hareket ediyor. Bir ara bakıyor, burası benim, dilediğimi yaparım diyor ve hoyratça davranmaya başlıyor. İncelik, hassasiyet, hak, yerini zamanla, bencilliğe ve menfaat avcılığına bırakıyor. Mevla duruma müdahale ediyor, kıymetini bilirseniz, verdiğim nimetleri artırırım. Bilmezseniz, geri alırım. Ben seçtim, benim sayemde bu kalbe girdin. Saltanatı sürdün, gaflete düşme diyor. Ne acı, sevmenin tadını çıkartırken aşık, elinden geleni yapıyor, marifetmiş gibi acımasız maşuk.

Değiştiriyorlar bizi. Her yanılgı, gönül sarayında bir yıldızı söndürüyor. Beynin arka kısmında eski hatıraların çöplüğü var. Sönmüş yıldızlar orada birikiyor. Giderek daha karanlık olan gönül sarayı, soğumaya başlıyor. Gençken, sevindiğinde çığlıklar atarken, yaşlılığında kat kat büyük sevinçleri tebessümle karşılıyor. Basit sorunlarda bağırıp çağırıp ortalığı bir birine katarken, çok büyük olaylarda çınar gibi sapa sağlam duruyor. HEYHAT,

Zaman ve insan öğüteninde, hayal ve insan öğütülüyor.
Hayat ve ölüm aralığında, insan eceli özlettiriyor...

BU YAZILARI DA OKUYUN

0 yorum